Personal Interview

Baf'tan Güney Amerika'ya… "Çıplak" insanların dersi… Ergenç Mehmet Korkmazel, fotoğraf sergisi ile bizleri yaşamı yeniden yorumlayacağınız umut dünyasında bir geziye çıkarıyor

"Önce kanatlarım uzadı, şimdi köklerim derinleşti…"

<<… Yeni Zelanda'ya yerleşmeyi düşünüyordum, bir gün doğduğum yere, Baf'a gittim, evimi görmek için… Ve kaldım. 7 yıla yakın zamandır Baf'tayım. Eskiden kanatlarımın uzadığını hissederdim, şimdi köklerim derinleşti, bunu hissediyorum. Önceleri çok zordu, binlerce aptalca soru geliyordu. Otelde kalıyordum, turist gibi yaşadım, fotoğraf çekmeye başladım…>>

<<… Şu anda güneyde 2017 Kültürel Başkent adaylığı var; Limasol, Baf, Lefkoşa için… Özellikle Avrupa Birliği, Kıbrıslı Türklerin bıraktığı boşlukların izlerini takip ederek projeler yapılması üzerinde ısrarcı oldu. Bu projeler ilerliyor. Baf en insancıl yerlerden biridir…>>

<<… Bitmemiş hikayelerin parçalarını buluyorum burada. Benim ailemin bir tarafı Rum, onları buldum. Onların cesaretlendirmesiyle köylere gitmeye başladım. Eski hikayeleri yaşadım… Bir Rum kadına bizimkiler tecavüz ettilerdi, bir çiçek alıp köy adına özür dilemeye gittim, düşünebilir misiniz bunları bile kaldırıyorlar artık, onlar da bana bir sürü hikayeler anlattılar, paylaştılar benle bunları…>>

Son 7 yıldır Baf'ta yaşıyor!..
Fotoğrafın ve aslında, "Hoşgörüyle karışık bir hafifliğin" peşinde…
Bu nedenle, "ölümle burun buruna" kalma pahasına Güney Amerika'daki "ilkel" yaşamlara yol almış.
Aslında, "ilkel" olan biz miyiz, yoksa onlar mı sorusunu düşürüyor, dünyanın merkezini Akdeniz'in bu küçücük adasında zanneden beyinlerimize…
Önce Baf'ta, ardından Lefkoşa "Saçaklı Ev"deki sergisi, Tayland'tan Vietnam'a, Peru'dan Şili'ye kadar uzanıyor.
Baf'tan Güney Amerika'ya… "Çıplak" insanların dersi… Ve Ergenç Mehmet Korkmazel, fotoğraf sergisi ile bizleri yaşamı yeniden yorumlayacağınız umut dünyasında bir geziye çıkarıyor… Saçlarını "sidikleri" ile yıkayan insanlardan, ormanda "çıplak" geçen ömürlere, akrep sofralarından koka ziyafetlerine kadar…
Bu sergiyle birlikte, Ergenç Mehmet Korkmazel'i de daha yakından tanıma fırsatı buluyoruz.


· Cenk Mutluyakalı: Ne kadar bir dönemin sonucudur bu sergi…
· Ergenç Kormazel: Aslında tam olarak 6.5 ay, 2010 ve 2011, buranın kışı.

· Yolunuz nelere kadar uzandı?
· E.K: Önce Tayland, Vietnam, Laos, Peru, Kolombiya, Şili, Arjantin. Arjantin’i sergiye dahil etmedim çünkü fiziksel zevkler başladı benim için; fotoğraftaki disiplini yitirdim, hafiflik başladı, her şeyimi kaybedince etraftaki farklı güzelliklere yöneldim. Yani kendimi şımartmaya başladım...

· Nasıl doğdu bu sergi projesi peki?
· E.K: 2 ay önce Baf’ta açıldı bu sergi. Daha önce hiçbir Kıbrıslı Türk böylesi bir solo sergi açmamıştı. Kıbrıslı Türkler, Baf'ta yaşadığı dönemde dahi böylesi bir sergi yoktu. 3 dilli olmasını istiyordum çünkü özellikle Türkçe müziğinin sesi Baf'ta yok olmaya başlamıştı. Kafalarındaki bunu yıkmak istedim. Arkadaşlarımın bile. Sergi davetiyesine önce Türkçe yazdım, kimi dostlarım bana Yunanca başta olması gerekiyor dediler. Yok dedim kendilerine… Zaten konunun amacı da bu dillerin çoğu yok olmuş Latin Amerika’da, küçük dillerin varlığı, İspanyolcanın İngilizcenin baskısı ile yok olmaya başladı.

· Bu anlamda hedefinize ulaştınız mı? Yani Baf'ta ne kadar konuşuldu serginiz ya da dillerin yok oluş süreci gündeme geldi mi?
· E.K: Konuşuldu, güneyde bütün gazeteler, televizyonlar sergiye yer verdi. Amacına ulaştı. Bir de Amerika'dan dönüşte doğayı ön plana çıkardım, 6 bine yakın fotoğraf var elimde…

Sergi şunu ön plana çıkardı. Güzelliğimizin, farklılıklarımız olduğunu unutmaya başladık. Birbirimizi değiştirmeye çalışıyoruz… Oysa buna gerek yok, bu farklılıklar bizim asıl güzelliğimiz.

7 YILDIR BAF'TA

· Ne kadar zamandır Baf'tasın?
· E.K: 7 yıl… Orda doğdum ben, 2.5 yaşında ayrıldım. 1990-91’e kadar kuzeyde yaşadım… Daha sonra ayrıldım, genellikle Fethiye, İngiltere ve Fransa arasında sürdürdüm yaşamımı. Bir dönem Birleşmiş Milletler'e çalıştım, kuş fotoğrafçısı olarak. Türkiye'deki projelerini yürütüyordum. Son olarak Yeni Zelanda'ya yerleşmeyi düşünüyordum. Sonra Baf'a gittim, evimi görmek için… Ve kaldım. 7 yıla yakın zamandır Baf'tayım. Eskiden kanatlarımın uzadığını hissederdim, şimdi köklerim derinleşti, bunu hissediyorum. Önceleri çok zordu, binlerce aptalca soru geliyordu. Otelde kalıyordum, turist gibi yaşadım, fotoğraf çekmeye başladım. Ta ki bir fotoğrafçıdan iş teklifi gelinceye kadar. Sonra ev ayarladım, çok iyi Kıbrıslı Rum arkadaşlarım oldu, onların yardımıyla hayat daha da güzelleşti. Hatta bir ara Hristofyas’ın fotoğrafçılığını da yaptım.

· Şimdi Profesyonel fotoğrafçılık yapıyorsun, bu işten para kazanıyorsun.
· E.K: Evet tamamen fotoğrafla yaşamımı kazanıyorum.

· Yine sergine dönecek olursak. Güneyde ya da kuzeyde, içeriğe dair bir tartışma yaratmayı başardın mı? Özellikle de yok olan diller, farklılıklar anlamında?
· E.K: Sergiyi gezen bir İngiliz çiftten gelen tepki aklımda… Baf'ta gezmişti sergiyi… Ve bana, bu insanlar kuzeyde mi yaşıyor diye sordu. Tabii, bir Kıbrıslı Türk'ün sergi açması da fazlaca ilgilerini çekti. Pozitif bir etki yarattı. Türkçe'nin yeniden farkına vardılar. Bana bunun kuzeydeki yaşayan insanlar mı diye sordular. Türkçenin de Kıbrıs'a ait dillerden biri olduğu konuşuldu. Kıbrıslı Türkler'in varlığının, inşaat işçilerinden ibaret olmadığı gündeme geldi.

· Baf'ta yaşayan yoğun bir Kıbrıslı Türk nüfusu var mı?
· E.K: İhsan Ali ailesi var, çok yok, birkaç aile var. Bir de Çingeneler var.

BİTMEMİŞ HİKAYELERİN PARÇALARI

· Ortak yaşam konusunda, sanatçılar yeterince birlikte üretemiyor? Yani en ilerici kesim sanatçılarsa eğer, iki toplumun sanatçılarının daha fazla ortak üretim yapması gerekmiyor mu?
· E.K: Buna ben katılmıyorum… Çünkü kendim, tüm projelerimi şu anda Kıbrıslı Rumlarla birlikte yapıyorum. Uzun bir maraton bu. Kimler önce sınırı geçti, önce gayler, sonra uyuşturucu satıcıları, sanatçılar ve ardından tüm insanlar. Bugüne kadar hep tek tarafın öykülerini biliyorum. Oysa, diğer yandaki öyküleri de dinleyince, aslında kaygıların ve acıların ortak olduğunu öğrendim. Güneyde mal-mülk konusunu ticari kaygılarından dolayı biraz fazla abartıyorlar. Mesela pek çoğu benden, kuzeydeki evlerini satmalarına yardımcı olmamı istiyor. Kıbrıslı Türklerin olaya daha çok insancıl duygularla yaklaştığını öğrettim onlara. Son 7 senede güneyden kuzeye pek çok insan getirdim. O köprüler oluştu. Şu anda güneyde 2017 Kültürel Başkent adaylığı var; Limasol, Baf, Lefkoşa için… Özellikle Avrupa Birliği, Kıbrıslı Türklerin bıraktığı boşlukların izlerini takip ederek projeler yapılması üzerinde ısrarcı oldu. Bu projeler ilerliyor. Baf, en insancıl yerlerden biridir. Benim girmediğim yer yok, tek bir insan bana aykırı bir şey ya da yüksek sesle konuşmadı. Yapmacık değiller. Misafirperver ve çok insancıldırlar. Çeşmelerden su içilen ender yerlerden biri Baf. Suyun kalitesinin yaşam kalitesi olduğunu öğrendim burada. Bitmemiş hikayelerin parçalarını buluyorum burada. Benim ailemin bir tarafı Rum, onları buldum. Onların cesaretlendirmesiyle köylere gitmeye başladım. Eski hikayeleri yaşadım… Bir Rum kadına bizimkiler tecavüz ettilerdi, bir çiçek alıp köy adına özür dilemeye gittim, düşünebilir misiniz bunları bile kaldırıyorlar artık, onlar da bana bir sürü hikayeler anlattılar, paylaştılar benle bunları… Geçmişte bu yoktu.

KUZEYDE DAHA ÇOK ANLAŞILDI

· Profesyonel fotoğrafçılıkla yaşamınızı sürdürüyorsunuz, kuzeyde bu pek mümkün olmazdı herhalde?
· E.K: Kuzeyde değil, orda daha kolay… Örneğin fotoğraf sergimin Baf'taki sponsorluğunu galeri kendi üstlendi. Örneğin, şaraplar ikramdı, firma, Kıbrıslı Türkler'e çektirdiğimiz acıların bir özrü olsun dedi. Eğitim Bakanlığı benden 200 kitap aldı. Sanata bir duyarlılık var, ekonomik olarak önünüzü açıyorlar. Kuzeyde öyle değil, bir sergi açmak ciddi bir maliyet gerektiriyor. Ama bana sorarsanız, serginin anlaşılma kapasitesi, gelen yorumlar, geri dönüşler açısından kuzeyde çok daha olumlu. Yani Lefkoşa'da sergimin çok daha iyi anlaşıldığını düşünüyorum.
Oradakiler daha çok renklere baktılar, coğrafyanın özelliklerine baktılar. Oysa Lefkoşa'da, benim gözümden kaçan detaylar dahi konuşuldu, sergi, daha fazla içeriği ile yorumlandı. Anladım ki, yüzümü daha fazla Lefkoşa’ya dönmem gerekiyor.


"İLKEL DEDİĞİMİZ İNSANLAR, BİZDEN DAHA MUTLU"

<<… Kimi zaman ağaçlarda uyudum, kimi zaman açıkta. Bir festivalde 3 hafta kaldım. Geceleri çok korktum, hiçbir şey görmüyorum karanlıkta, bir akşam domuz saldırısına uğradık, ağaca çıktım, onların çeşitli savunma yöntemleri var, bir şekilde korunuyorlar bu gibi saldırılardan…>>

· Neler düşündün, neler hissetin Güney Amerika'yı gezerken, sergiye konu olan fotoğraflarla yaşarken?
· E.K: En önemli düşmanımız stresin oralarda yaşanmadığını gördüm. İnsanlar çok mutlu. İlkel görünseler, teknolojiden çok uzakta olsalar da, bizden daha mutlu yaşıyorlar, çünkü, doğayla iç içe bir hayatları var. Tüm ihtiyaçlarını doğadan karşılıyorlar. Ölümle iç içe yaşıyorlar, bu nedenle ölümden korkuları yok. Bunların tanrıları Toprak ana, yedikleri içtikleri her şeyi ona da döküyorlar. Çöpleri yok, yani biz modern insanların günlük çöp miktarı, onların herhalde yaşamları boyunca biriktirdiği kadar.


· Nasıl keşfettin gideceğin yerleri? Nasıl bir yol haritası belirledin kendine?
· E.K: Herhangi bir program yapmadım, önceden giden insanlara sordum, nerden bulurum bu ilkel insanları, yol yok, devamlı yağmur yağıyor, yağmur ormanlarında yaşıyor çoğu da. Ama en az tehlikeli yerler de bunlar, çok güvendesin buralarda… Kıbrıs'ın nerde olduğunu asla bilmiyorlar. Bir başka dünya…

· Buraları gezmek herhalde oldukça maliyetli!
· E.K: Genellikle uçak biletlerinin ciddi bir maliyeti var. Ama onun dışında çok da yok. Önce Larnaka'dan Paris'e geçtim oradan da oraya. Uçak dolu gitti ama tüm yolcular farklı ülkelerden geldi.

6.5 ay sürdü toplamda bu macera… Kimi zaman ağaçlarda uyudum, kimi zaman açıkta. Bir festivalde 3 hafta kaldım. Geceleri çok korktum, hiçbir şey görmüyorum karanlıkta, bir akşam domuz saldırısına uğradık, ağaca çıktım, onların çeşitli savunma yöntemleri var, bir şekilde korunuyorlar bu gibi saldırılardan. Domuzların seslerini duyuyorum ama hiçbir şey göremiyordum. Bir haftanın sonunda benim de algılarım gelişmeye başladı, görmeye başladım karanlıkta… Daha iyi duymaya başladım. Ve üç haftanın sonunda lider bana bir kadın seçmemi söyledi. Onlarla yaşayabileceğimi söylediler!.. Geri geleceğimi söyledim.
Kobraların aslanların içinde yaşıyorlar. Tümünü gördüğümde, ben de üzerimde ne varsa çıkardım, çırılçıplak kaldım. Tüm bu yokluklar içerisinde akrep yedim, yılan yedim, başıma bir iş gelmedi. Ama şehre döndüğümde yediğim ilk yemekten zehirlendim. Bakteriler ve virüsler ne kadar geliştirdi kendilerini şehirde…


BIÇAKLANDIM!

· Yaşadığın en çarpıcı olay ne kaldı aklında?
· E.K: Bolivya ile Peru arasında bıçaklandım…. O dönemde orda farklı yerlerden gelen yabancılar vardı. Beni bıçaklayanın gözlerini çekmek istedim; gözlerinin beyazı yoktu. Tamamen kıpkırmızı idi gözlerinin içi fazla uyuşturucudan. Bakarken rahatsız oldu ve sapladı bıçağı bana. Ben ona hiç sormadan üzerimdeki tüm parayı verdim; çok bir param da yoktu ama verdim. Onun için beni göle atmadılar… Bir başka gün ise vahşi köpekler saldırdı, başka bir gün otobüs devrildi, yine ölümden döndüm… İlkel insanların cesarete karşı çok büyük bir saygıları var. Onlar için yaşlı insanların da değeri çok büyük. Hayatta kaldıysan bilgesin onlara göre, çok şey biliyorsundur… Bilgelik de onlar için çok önemli.

· Bu sergide izlediğimiz fotoğraflardan çok daha fazlası var demek ki?
· E.K: Evet, çoğu fotoğrafı da kullanamadım. Özel yaşamları olduğunu bildiğin fotoğrafları kullanamıyorsun. Belli bir etik çerçevesinde yapabildim bunları.

· Bundan sonraki yolculuk nereye?
· E.K: Nepal'e gidiyorum. Oradaki yaşamı göreyim, bilmiyorum ama fazla da fotoğraf için gitmiyorum. İstanbul’dan birileri her şeyi ödüyor bana. Onun için biraz tembel bir çalışma olacak.
Sordum hep 5 yıldızlı otellerde kalacağımızı söylediler. Yani tatil gibi gelecek bana.

· Peki yeni projelerin neler?
· E.K: 9 yıldır sürdürdüğüm çekimler var, tümü ölüm üzerine, ölü temalarıyla… Ölü yıkanırken, gömülürken, farklı bir çalışma. Çoğunluğu Kıbrıslı Türk kültürüne dair ölümle iç içe detaylar. Ama biraz daha nabız yoklamam lazım, toplum bunu ne kadar kaldırır. Ölümle o kadar yüzleştim ki sevmeye, korkmamaya başladım. Geldiği anda da korkmadığım bir olgu oldu benim için. Sevmeye başladım, ürkmem yani. Özellikle dedem ölürken yakaladığım kareler var yıkanırken, taşınırken, nasıl gömülür, neler konur, detayı ile her karesini çektim… Çok farklı anlar yakaladım. Su ile ıslanırken rengin değişikliğini yakaladım. Sarının mora dönüştüğünü çalıştım… Derinlik fotoğrafta çok önemli, derinlik ölüm işte. İlkel toplumlarda ölüme dair bir korku yoktur. Bizdeki korku mal-mülk korkusu, kaybedeceğimiz rahatlık korkusudur. Ama doğal yaşasak böyle bir korkumuz olmazdı.

No comments:

Post a Comment